Hesaplı lüks
Greggs, İngiltere’nin en ucuz, öz be öz fast food’cusu. Dönerciler, suşiciler, dumplingciler, tapasçılar, tacocular, pizzacılar, hamburgerciler, rengarenk logoları ve mekanlarıyla sokakları ve fast food’u ele geçirmiş olabilir ama Londra’nın azıcık dışına çıkın Greggs’in ezici üstünlüğü sizi tokatlar.
Karşınıza çıkan ilk benzinci, arabayla içinden geçmek dışında hiçbir zaman uğramayacağınız gri kasabalar, yol kenarındaki buz gibi dinlenme tesisleri, sanayi sitelerinin çarşıları, toplu konutların içindeki üzgün AVM’ler hep Greggs’in alanlarıdır. Greater London denen Londra’ya yakın çember ve İngiltere’nin büyük şehirlerin kokoş merkezleri dışındaki bölümü (evet abartıyorum hafif) Greggs’in hükümdarlığıdır. Ladbrokes’ta her türlü bahis, yanındaki Greggs’de de karın doyurmaca (bu ikisi de genelde yan yanadır zaten).
En ucuz sandviçler, başka yerlerde pek yüzüne bakılmayan sausage roll (yani sosisli börek) muhtelif etli salamlı falan börekler, çörekler, basit hamur işler ve sağlıksız her türlü fast food bulunur Greggs’de. Ama ucuzdur. En ucuz yerdir. Şehir merkezindeki zengin mahallelerde, Doğu’nun hip sokaklarında, her milletten oligark yatağı Chelsea ve Kensington’ın merkez caddelerinde ortalık elinde üçüncü nesil kahvecilerin beyaz karton üzerine logo damgalı bardaklarıyla yürüyen son model moda dergisi kıyafetli insanlarla doluyken bir bakarsınız köşeden bir cephe işçisi tulumunun içinde elinde Greggs kese kağıdı ve litrelik kolayla geçer. İşte İngiltere’nin pek bilinmeyen gerçeği budur bir bakıma. Fast food’da Greggs, giyimde Primark’tır garibanın, fakir fukaranın, dar gelirlinin, emeklinin dostu İngiltere’de (bu iki markanın ortak kampanyalar yapmışlığı da var.)
Neyse bunu anlattım çünkü Greggs, Noel için lüks bir mağazanın demo versiyonunu bir alışveriş merkezinde hayata geçirmiş. Menü Greggs’in menüsündeki öz be öz İngiliz lezzetlerinden esinlenmiş. Mide yakan ve sağlıklı beslenmeyi önemseyecek kadar zengin olmayan herkesin midesinde delikler açacak sosisli ve etli hamur işleri, ülser azdıracak bol çikolatalı şekerli tatlılar şimdi yeni gurme versiyonlarıyla bu dükkânda sunulacakmış. Fransız bistrolarından esinlendiği açıklanan bu uygulama tutarsa yaygınlaştırılacakmış da. Buraya gelip kese kağıdında değil, şık tabakta güzel bir sunumla yemeğinizi yiyecek, şampanyanızı içeceksiniz. Hepsi uygun fiyata olacak. Fakirin de lükse ihtiyacı var demiş Greggs ve güzel bir konsept başlatmış: “Hesaplı lüks”. Darısı bizim başımıza. Bu uygulamayı ithal edip kendinden uyarlayacak babayiğit, gariban dostu markalarımız illa ki vardır. Her şeyi de devletten beklemeyelim.
Z kuşağı Brexit’çiymiş
Londra’da bulunan King’s College bünyesindeki Policy Institute tarafından yayınlanan araştırmanın sonuçları Z kuşağının Avrupa Birliği’ni sevdiğini ama yeniden bu birliğin bir parçası olmak istemediğini ortaya koydu. Z kuşağı AB üyesi ülkelerden çalışmaya gelen yeni mezunlarla rekabet etmek istemiyor yani esas mevzu bu.
11-26 yaş arası Z kuşağı, 27-42 arası Y kuşağı olarak tanımlanmış. Yani Z kuşağının Brexit kararının alınmasında en ufak bir dahli yok. Çünkü tartışma başladığında çocuktular, referandumda oy kullanmadılar. Bu kuşakların AB’ye inandığı ve bu oluşuma karşı olmadığı bildiriliyor. Konuşulan kişilerin büyük çoğunluğu Brexit’in, çözmesi gerekenden daha fazla sorun yarattığı görüşünde ama gelinen durumda yeniden AB’ye girmeyi kimse istemiyor. AB ile iyi geçinelim, ilişkilerimiz sıkı olsun ama dışarıda kalalım fikrindeler.
Araştırma, Brexit iyi mi, kötü mü oldu meselesi ötesinde bir psikolojiyi ortaya koyuyor. İnsanlar yapılan bir yanlışı açık biçimde düzeltmektense, bu yanlışın sonuçlarının yaratacağı zararı kontrol ederek yaşamayı tercih ediyor. Geriye dönmek yok hep ileri. Galiba bazı siyasetçilerin en iyi bildiği, bazılarınınsa hiç bilmediği şey bu.